Dört Mevsim Bisiklet
Dört
Mevsim Bisiklet
Farkında
mısınız bilmem, sanki bu yıl mevsimler adlarının hakkını vererek gelip geçiyor.
Meteoroloji uzmanları ne der bilmiyorum ama geçen kış, uzun yılların ardından
gerçek bir kış gibi soğuğu ve karıyla geçmiş, peşinden ilkbahar gibi bir
ilkbahar, yaz gibi bir yaz yaşamıştık. Şimdiyse uzun ve doyumsuz bir sonbaharın
ardından Aralık ayıyla birlikte kış mevsimini yaşamaya başladık. Mevsimin ilk
karı Ankara'nın yüksek kesimlerine düştü; yağışların aralıklarla sürmesi
bekleniyor. İyi de bizim konumuz bisiklet olduğuna göre bu mevsimsel girizgahı
neden yaptık?
Hepimizin
bildiği üzere, bisiklet çoğunlukla açık havada kullanılan bir alet. Her ne
kadar spor salonlarında ya da evlerde pedal çevirmek için çeşitli düzenekler
varsa da (bakınız 26 Kasım 2012 tarihli Cumhuriyet) bisiklet kullananların
büyük çoğunluğu -ki buna bu satırların yazarı da dahil- pedala bastığında
caddede, sokakta, dağda, bayırda gitmeyi seviyor. Dünyanın diğer ülkelerindeki
bisiklet severler de böyledir herhalde. Gerçi bisikletin spor olarak geliştiği
bir çok ülkede velodromlar (Türkçede
'veledrom' diye de geçiyor ve bu haliyle 'hız alanı' anlamından sıyrılıp
'veletlerin cirit attığı mekan' anlamına bürünüyor J) bu kültürün önemli bir parçası ama 'harbi'
bisikletçiyi velodrom melodrom pek kesmez. 250 metre içinde dön dön nereye
kadar? Bu yüzden bir önceki paragrafın bisikletle ve bisikletçilerle çok
yakından ilişkisi var. Bisikletçi sürüşe çıkmadan önce hava durumuyla ilgili
bilgiyi mutlaka almak ister. Yağmur ya da kar yağma olasılığını görünce
"boşver bugün de binmeyeyim" demek için değil tabii. Bisikletini,
kendi üstünü başını ve malzemelerini uygun biçimde hazırlayabilmek için.
Soğuksu
Pedalların Altında
İşte
geçtiğimiz hafta sonu 'Başkent Bisiklet' grubunun bazı üyeleri de aynen böyle
yaptı. Amaç, meteorolojinin yağmurlu gösteriyor olmasına rağmen hafta sonunu
bisiklete binerek değerlendirmek, hedef Kızılcahamam Soğuksu Milli Parkı
içindeki yollar ve patikalardı. Bazı grup üyeleri cumartesiden yola çıkıp her
iki günü de bisiklete binerek ve cumartesi akşamını Kızılcahamam'ın şifalı
kaplıca
sularıyla geçirerek değerlendirirken, bazıları da Pazar sabahı yola çıkıp
programı günübirlik tamamlamayı tercih etti. Hafta sonunun hafif yağmurlu, yer
yer bol güneşli, serin ama çok da soğuk olmayan havası, bisikletçilerin hem
asfalt hem de toprak yollarda rahatlıkla pedal çevirmelerine olanak tanıdı.
Soğuksu
Milli Parkı içinde yer alan birbirinden güzel orman içi rotalar, Ankara'ya 80
kilometre gibi yakın sayılabilecek bir mesafede hem bisikletçiler hem de
yürüyüş vb. yapmak isteyen doğa ve spor severler için mükemmel olanaklar
sunuyor. Özellikle tırmanış ve adrenalin yüklü inişlerden hoşlanan
bisikletçiler, asfalt yolan çıkarken yaklaşık 1500 metre irtifada sağa giren ve
ahşap ok işaretleriyle "Fosil Ağaç" yönünü gösteren yola saparlarsa,
hem oradaki görevlilerin verdiği bilgiye göre 10 milyon yıl önceki volkanik bir
püskürme sonucu taşlaşmış ağaçları görmek fırsatını hem de muhteşem bir orman
içi yolda bisiklet sürme keyfini yaşayabilirler. İşte fosilleşmiş ağaçlardan
birkaç görüntü:
Bisiklet
Tarihinden
Hazır fosil
ağaçlardan falan söz etmişken biraz eskiye gidelim ve bisiklet tarihinden bir
sayfa çevirelim. Daha önceki bir yazımızda, Avrupa'daki ilk bisiklet
türlerinden biri olan ve 1817 yılında Alman Baron Karl von Drais tarafından
yapılarak Draisienne diye adlandırılan, her şeyiyle ahşap modelden
bahsetmiştik. Bunu izleyen yıllarda
benzeri araçlar tasarlama ve kullanım aşamasına getirme çabaları sürdüyse de
bacakların gücünü tekerleklere iletebilecek mekanik sistemler ancak 1860’ların
başında ortaya çıkmaya başladı. Çapı biraz daha büyütülmüş ön tekere eklemlenen
bir krank ve pedal yardımıyla hareketin sağlandığı bu modeller, güzel
Türkçemizde zaman zaman hala duyduğumuz “velespit” sözcüğünün özgün haliyle
anılmaya başlandılar: “Velocipede”, yani
“hızlı ayak”! Ağırlıklı olarak ahşabın, bir süre sonra tekerleklerde
metal malzemelerin kullanıldığı
velespitler, o günün yol koşulları da göz önüne alındığında, yürüyüş hızını
belki ikiye katlamışlardı ama yarattıkları rahatsız ve ‘sarsıcı’ sürüş
deneyimiyle “kemikkıran” lakabını hak ediyorlardı.
İşte bir
'velespit' örneği:
Bir sonraki yazıda buluşmak üzere pedalların her daim dönmesi dileğiyle.
Yorumlar
Yorum Gönder