Eurovelo 15 Ren Nehri Bisiklet Turu Bölüm 4


8. günümüzün gecesi bizim için biraz değişik olacak. Çünkü önceden kararlaştırdığımız gibi biraz dinlenmek amacıyla araya otel konaklaması koyduğumuz gece bu gece. Bonn’dan çıkıp yaklaşık 50 kilometrelik yolun ardından Köln’e geçeceğiz ve Köln’de kalacağımız oteli önceden ayırtmıştık. Yani günlük alınacak yol ve kalınacak yerler konusunda evdeki hesap çarşıya şu ana dek uymuş durumda. Sabah yol çok güzel başlıyor. Hava bir açıp bir kapıyor ama yağmur yok. Köln’e yaklaşırken peş peşe sanayi bölgelerinden geçiyoruz. Almanya için sanayinin ne anlama geldiğini yaşayarak öğreniyoruz. Nehrin ve doğanın güzelliği geri planda kalıyor. Hatta Ren’i zaman zaman hiç görmüyoruz bile. Ondan ayrılmak bize huzursuzluk veriyor. Sevdiğimiz bir dosttan ayrılmanın burukluğunu ve hüznünü yaşıyoruz adeta. Onunla yolları daha iyi ve kolay buluyor olmamız da cabası. Biz geçmeden hemen önce bir kavşakta kaza olmuş. Kent içi otobüs bir bisikletliye çarpmış. Olay çok taze. Herkeste bir şaşkınlık var ama herkes sakin, yapması gerekeni yapıyor. Bisikletçi sağlam görünüyor, yine de bir ambülans gelmiş. Otobüsün ön camı patlamış. Durup her şeyin yolunda olduğunu anladıktan ve geçmiş olsun dedikten sonra yola devam ediyoruz. Şu ana kadar Ren’in solundaki bisiklet yolundan ilerliyorduk ancak otelimiz karşı tarafta, kentin içlerinde kaldı. O yüzden nehrin üzerinde inşa edilmiş bir çok köprüden, önceden belirlediğimiz en uygun olanını seçip karşıya, sağ tarafa geçiyoruz. Kent içi yollar çok karışık, taksicilere sorduğumuz halde pek ilerleme kaydedemiyoruz. Tek çare telefonu açıp Google Haritalardan yardım almak. Kentin içlerine, ara sokaklara girdikçe Türkçe market, oto tamircisi, berber, kuaför salonu tabelaları çoğalmaya, Türkçe konuşmalar sıklaşmaya başlıyor. Teknoloji, oteli elimizle koymuş gibi bulmamızı sağlıyor. Odaya yerleşip hemen yakınlardaki marketten alış-veriş yapıyoruz. Uzun bir aradan sonra 54 Euro vererek başımızı soktuğumuz bu otel odası, duşu, tuvaleti, mini buzdolabı ve pamuk gibi rahat yataklarıyla bize cennetten bir köşe gibi geliyor. Çektiğimiz mini ziyafeti yumuşacık bir uyku tamamlıyor.

Bir önceki gün yaşadığımız rahatlığın acısı 9. günkü rotamız olan Köln-Düsseldorf  arasında çıkıyor. Bugün en uzun parkurlardan birini gerçekleştirip 85 kilometre gideceğiz. Kentten ayrılmadan önce ünlü Kölner Dome’u görmek üzere geriye, kent merkezine pedallıyoruz. Hava kapalı, soğuk ve yer yer yağışlı. Katedral ve çevresi çok kalabalık. Bisikletleri biraz da çekinerek ortalık bir yerlere bağlıyor, katedrali ve çevresini geziyor bol bol fotoğraf çekiyoruz. Ardından fazla zaman kaybetmemek için hemen yola koyuluyoruz. Malum, yolumuz uzun. Köln’den çıkana kadar uzun süre, ara ara güzel patikaların kestiği sevimsiz sanayi bölgelerinden geçiyoruz. Çoğu yerde Ren bizi terk ediyor. Yolun durumuna göre önden ya da ön çaprazdan esen rüzgar giderek şiddetleniyor ve bizi zorlamaya başlıyor. Kapalı hava ve alçalıp yoğunlaşan bulutlar uzun süredir sinyalini verdikleri yağmuru üzerimize boca ediyor. Bir köprünün altına sığınana kadar epey ıslanıyoruz. Yağmurun duracağı yok. Biraz hafifleyince yola devam etmeye karar veriyoruz. Rüzgar ve yağmurla harmanlanmış, hayli yorucu bir günün sonunda Düsseldorf’u geçip nihayet kamp yerine varıyoruz. Yamurdan ıslanıp bir hayli ağırlaşmış çimlerin üzerinde çadırımızı kuruyoruz. Duşlar biraz uzakta konumlanmış konteyner tarzı binalarda.  Yan binada süren inşaatta çalışan Moldovalı Gagavuz Türküyle küçük bir sohbet çeviriyoruz. Neyse ki kamping alanında, içinde küçük bir lavabosu, buzdolabı, ocağı ve tezgahı olan bir kulübe var. Hobbit evi gibi. Diğer kamp sakinleriyle içerdeki masaları paylaşıp yemeğimizi yiyoruz. En azından kuru ve sıcağız. 22 Euroluk bu kampingte de çadırımız bizi kuru, uyku tulumlarımız sıcak tutmayı başarıyor.

11 Ağustos 2016. Turun Almanya ayağındaki son durağımız olan Xanten’e doğru yol almak üzere 10. günümüze başlıyoruz. Hava pek iç açıcı değil. Tüm gün yağmur ve rüzgarla boğuşuyoruz. Rüzgar Kuzey-Kuzey Batıdan, tam karşıdan oldukça sert esiyor. Yüklü bisikletlerimizin üzerinde, deyim yerindeyse düşe kalka, zor yol alıyoruz. Sık sık mola vermek zorunda kalıyor, kondisyonumuza olmasa da bacaklarımıza, özellikle de dizlerimize biraz da olsa soluk aldırmak istiyoruz. Parkur boyunca genellikle nehir kenarını takip ettiğimiz için neredeyse hiç tırmanış yapmıyoruz. Ancak karşıdan esen rüzgar, tüm bisikletçilerin bildiği üzere, şiddetine göre, çeşitli eğimlerde tırmanış etkisi yaratıyor. Rampaların bir sonu vardır, ama rüzgar dinmedikçe bu tür “tırmanışların” sonu gelmiyor. Yağmur da cabası. Etrafta sığınacak hiçbir yer görünmüyor. Ne bir kafe ne de bir market. Giderek azalan enerjimizi yenilememiz gerek. Yol kenarı bir ağacın altına sığınıp öğlen için hazırladıklarımızı yiyoruz. Yemek sonrası, dinlenmenin ve enerji tazelemenin de etkisiyle kendimizi daha iyi hissediyor, uzun yol yapacak bisikletlinin yanında yeterli miktarda sıvı ve enerji verecek yiyecek taşımasının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha yaşayarak anlıyoruz. Yemek sonrası pedallara daha güçlü ve istikrarlı basıyor ve bu sayede epey yol alıyoruz. Ama ne yağmur diniyor ne de rüzgar. Yol gittikçe çetrefilleşiyor, uzuyor. Sırılsıklamız. Çevremizi, hatta yolu görmek bile giderek zorlaşıyor. Sonunda umulmadık bir şekilde bir kafe çıkıyor karşımıza. Hemen kendimizi atıyoruz içine. Sakin, sessiz bir yer. Bizim dışımızda sadece bir masa var. Camlı dolaptaki pasta ve kekler çok çekici. Kahve ve pasta sipariş ediyoruz. İlk gelen kahveyi devirip döküyor, ikincisini istiyorum. Neyse ki bize servis yapan kız surat etmiyor. Genellikle yapmadığımız türden böylesine küçük bir kaçamak keyfimizi tekrar yerine getiriyor. Isınıp gevşiyoruz. Kafenin yan tarafında çevre kulübü ya da derneğe benzeyen bir kuruluşun binası var. Çeşitli programlar, filmler, broşürler ve gezilerle çocuklara çevreyi, bitki örtüsü ve canlılarıyla tanıtıp farkındalık ve bilinç yaratıyorlar. Oraya gidip danışmadaki kadından yol soruyoruz. Yolu ayrıntılı tarif etmekle kalmıyor, gideceğimiz kamp yerini arayıp kulübelerden birisini bizim için ayırtıyor. Bu kadar ıslanmışken çadırda kalıp kurumamız ve ertesi güne hazırlanmamız zor görünüyor. Vedalaşıp kalan 15 kilometre için pedallara asılıyoruz. Toplamda 80 kilometre sonra nihayet kamp alanına varıyor ve hemen kaydımızı yaptırıp küçücük, sevimli kulübemize yerleşiyoruz. İkinci Hobbit evimiz. 42 Euro ödeyeceğiz buraya ama belli ki değecek. Kulübenin içinde elektrikle çalışan kaloriferi açıyor, tüm ıslak eşyalarımızı üzerine ve yanına yöresine serip kurumaya bırakıyoruz. Duşumuzu alıp hazırlandıktan sonra oldukça şık görünen kamp restoranına kendimizi atıyor bu zorlu günün ardından güzel bir akşam yemeğiyle kendimize ziyafet çekiyoruz. Dışarda sabırla yağan ince bir yağmur “sabaha görüşürüz” dercesine bizi uykuya uğurluyor.












Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Meril Çiğdem Durmuş Anısına

Eurovelo 15: Ren Nehri Bisiklet Turu

NEDEN BİSİKLET?