Eurovelo 15 Ren Nehri Bisiklet Turu Bölüm 5


Gerçekten de ertesi gün bizim gibi akşamdan kalan sabırlı yağmur dostumuzla uyanıyoruz. Bugün turumuzun 11. günü ve artık Almanya defterini kapatıp Hollanda defterini açacağız. Demlediğimiz çay eşliğinde güzel bir kahvaltı sonrası toplanıp yola koyuluyoruz. Bisikletle sınır aşacağımız, daha önce hiç gitmediğimiz bir ülkeyi bisikletle dolaşacağımız, yeni bir dil ve kültürle karşılaşacağımız için heyecanlıyız. 80 kilometrenin üzerinde yolumuz var. Yağmur ve rüzgarla arkadaşlığımız süreceğe benziyor. Yağmur ince bir sis gibi çevredeki göllerin ve nehrin üzerine çökmüş, pek bir şey göremiyoruz. Keşke biraz hava açsa da doğal güzelliklerin ayırdına daha fazla varabilsek. Bir süre sonra bu isteğimiz gerçekleşiyor ve hava açıyor. Artık pedallara daha keyifli basıyoruz. Rüzgar fazla umurumuzda değil. Sınırı ne zaman ve nasıl geçeceğimizi düşünüp sürekli etrafımızda ipucu arıyoruz. Sık sık küçük yerleşim birimlerinden geçiyor, dostumuz Ren’den ayrılıyor sonra ona tekrar kavuşuyoruz. Nehir bir süre Almanya-Hollanda arasında sınır görevini görüyor ve bize her zaman olduğu gibi yol gösteriyor. Tam o sırada bisiklet yolunun hemen kenarındaki küçük bir tabelada değişen dili ve sözcükleri görüyor, sınırı geçip Millingen üzerinden Hollanda’ya girdiğimizi anlıyoruz. 

Bir önceki Eurovelo turumuzda arabayla Türkiye’den Bulgaristan’a, daha sonra da Sırbistan ve Macaristan’a geçerken karşılaştığımız uzun kuyruklar ve bürokratik sorunları düşününce, bisiklet üzerinde sınırları bu kadar kolay geçiyor olmanın dayanılmaz hafifliği tüm benliğimizi sarıyor.  Nehir aynı ağırbaşlılıkla akışını sürdürüyor. Ama artık adı Waal! Hollandalı dostumuz Waal’e içten bir merhaba diyor ve yeni bir ülkeye girmenin heyecanıyla yükleniyoruz pedallara. Daha epey yolumuz var ve yol işaretlerinin bizi nasıl yönlendireceği konusunda pek bir bilgimiz yok. Bir süre gittikten sonra Hollanda’daki bisiklet yollarının nasıl kodlanıp sık yerleştirilmiş tabelalarla sürücülerin kullanımına sunulduğunu görüp anlamaya başlıyoruz. Numaralara dayalı sistemle gideceğiniz yönü ve yolları bulmak oldukça kolay. Ama çoğu zaman birden fazla seçeneğiniz olduğundan dikkat etmezseniz yanlış yollara sapma olasılığı var. 

Nijmegen kent merkezine gelince önümüze çıkan köprüden nehrin sağ tarafına geçiyor ve bir süre daha yol aldıktan sonra akşamüzeri saat altı sularında Hollanda’daki ilk kamp yerimiz olan Oosterhout yakınlarındaki De Grote Altena’ya varıyoruz. Bisiklet sürüşü açısından uzun bir gün oldu. 88 kilometre yol yapmışız ve akşama yiyecek bir şeyimiz yok. Hemen yükümüzü indiriyoruz. Çadırı kurma işini sonraya bırakıp bisiklete atlıyor, saat yedide kapanacak olan markete yetişebilmek için Oosterhout’a doğru uçarcasına yol alıyorum. Bisiklet yolundan kasaba içine sapar sapmaz acelem olmasına rağmen hemen duruyorum. Parke taşı döşeli rengarenk yolları, ölçülü biçili kaldırımları, sevimli ve muhteşem evleriyle bir masal dünyasını andıran bu beldenin fotoğrafını çekmeden gidemem. Benzer görüntülere Hollanda’nın diğer yerleşim noktalarında da tanık olacağız. Fotoğraf işini hallettikten sonra ara yollara dalmadan önce önüme ilk çıkan yöre sakini kıza yol soruyorum. Çok yardımsever ve cana yakın. Hemen hepsi öyleler. Ayrıntılarıyla anlattığı büyükçe süpermarketi elimle koymuş gibi buluyorum. Hem o akşam hem de ertesi gün için alış-veriş yapmam gerek. Elimi çabuk tutmalıyım. Bir yandan da Hollanda’daki ilk gecemiz şerefine, akşam yemeğini ziyafete dönüştürecek özel bir şeyler bulmanın peşindeyim. Aradığımı çeşit çeşit peynirlerin arasında rastladığım Stilton marka rokforla buluyorum. Diğer alacaklarımı da halledip market kapanmadan torbaları bisiklete yüklüyor, neredeyse geldiğim hızla kampa dönüyorum. Yorgun ve açım. Neyse ki Nurhan beni beklemeden çadırı kurmuş, duşunu almış ve sofra hazırlıklarına başlamış bile. Hızla duşumu alıp piknik masasına kuruluyorum. Müzik eşliğinde yudumladığımız şarabın yanında Stilton harikalar yaratıyor. O ana kadar hayatımda yediğim en güzel rokfor. Hollanda’daki ilk gecemizde bunu hak etmiştik doğrusu! Gece tam bir ziyafete dönüşürken çakırkeyif başımızı usulca okşayan Waal yoluna devam etmek için izin istiyor. Verdiğimiz 15 Euro’yu hak eden bu güzel kampingin koynuna girerken Waal’e öpücük gönderiyor ertesi gün buluşmak üzere sözleşiyoruz.

12. günümüzün sabahında rüzgarlı ve kapalı bir havaya uyandık. Yağmur yok. Güzel bir kahvaltının ardından toplanıp yola koyulduk. Bugünkü hedefimiz Rotterdam’dan önceki son durağımız olan Vuren. Gün boyu rüzgara karşı yol aldık. Ortalama hızımız 12 kilometreyi geçmedi. Almanya’nın aksine nehir kenarına konumlanmış sanayi tesisi çok az. Onların yerine bağ-bahçelerden geçtik desek yeridir. Hollanda’da tarımın önemi gerçekten çok büyük. Nispeten kısıtlı alanlarda ileri teknoloji ve tarım yöntemleri kullanarak yüksek verimli ürünler yetiştiriyorlar. Bodur ağaçlardan tonlarca elma, erik vb. elde ediyorlar örneğin. Tel çitlerle kapatılmamış bahçelerden göz hakkımızı alıyoruz zaman zaman. Buna Almanya’da başlamıştık, burada da sürdürmenin bir sakıncasını görmüyoruz. Sabahın erken saatlerinden itibaren aynı bisiklet yolunu paylaşan yüzlerce bisikletliyle karşılaşıyor, hemen hepsiyle selamlaşıyoruz. Gidiş-geliş araba yollarının hem sağ hem de solunda farklı renkte bisiklet yolları var ve bisiklet yollarını birleştirseniz araba yolu genişliğine erişiyor. Arabalar karşılaştığında bisiklet yoluna girmeyip birbirlerinin geçmesini bekliyorlar, sonra kendi yollarına devam ediyorlar. Hızları da oldukça düşük. Karşıdan yüzlerce, belki binlerce bisikletli, bazen bireysel, çoğunlukla kalabalık gruplar halinde bir örnek formalarıyla yol bisikletleri üzerinde yüksek hızla antrenman yapıyor, yolu adeta sağlı-sollu peletonların aktığı bir ırmağa dönüştürüyorlar. Uzaktan bunları profesyonel bisiklet takımlarının çalışma gruplarına benzetiyorsunuz ve bazıları gerçekten de öyle. Ama bir çoğu da yaşadıkları bölgelerde bir araya gelip örgütlenmiş, içinde orta yaşlardan ileri yaşlara kadar bisikletçileri barındıran amatör bisiklet grupları. Muhtemeldir ki mesai başlayana kadar birkaç saat yoğun tempoda sürüş yapıp işlerine öyle gidiyorlar. Hafta sonları dahil bu tempoyu aksatmadan sürdürmelerine gıpta etmemek elde değil. Bazen de zamana karşı bisikletleriyle bireysel performansa çıkmış sürücüleri görüp profesyonel mi yoksa amatör mü olduklarını merak ediyorsunuz. Hızları gerçekten olağanüstü! 

Rengarenk evleri ve yollarıyla huzurlu yerleşim birimlerinden geçip 73 kilometrenin sonunda bizi bekleyen kamp alanına ulaşıyoruz. Burasının diğer kamp yerlerinin aksine epey kalabalık, hareketli ve canlı olduğunu görünce önce şaşırıyor sonra günlerden cumartesi olduğunu hatırlayıp durumu anlıyoruz. Hafta sonları Hollandalılar en az çalışırkenki kadar sıkı bir “disiplinle” eğleniyorlar. Kamp alanı, içinde büyükçe göller, göletler de barındıran ormanlık bir bölgede yer alıyor. Çok küçükten çok büyüğe irili ufaklı yüzlerce çadırda, bungalov ve kulübelerde kalan aileler çoluk çocuk eğlencenin doruğuna çıkıyorlar. Çocuklara yönelik çok sayıda etkinlik, yarış vb. var. Kimi göle giriyor, kimi göl kenarındaki çimlerde kızlı erkekli, çıplak ayakla kıran kırana futbol oynuyor, kimi lunapark benzeri oyuncaklara biniyor. Hem yorgun olduğumuzdan hem de duş aldığımızdan mıdır nedir, biz soğuğa karşı sıkı sıkı giyinmiş etrafı gezerken çocukların yalınayak, kısa şortlarıyla üstlerine bir tişört bile giymeden dolaşmaları tuhafımıza gidiyor. Zaten çocuklar duş ve tuvaletler dahil her yerde çıplak ayakla geziyorlar ve bu durum anne-babaların hiç umurunda değil. Onlar yetişkin arkadaşlarıyla kendi halinde yiyip içip eğleniyorlar ve çocukları nedense hiç hasta olmuyor. Bizdeki, çocuklarını soğuktan ve mikroplardan korumak için peşlerinden bir an bile ayrılmayan anne-baba profilini düşününce insanlar arasında kültürel farklılıkların nasıl bu kadar yoğun olabildiğine şaşırıyoruz. Cana yakın genç kız ve erkeklerin garson olarak çalıştığı kamp restoranında kendimize bira-sosis ziyafeti çekiyor, gezici markete dönüştürülmüş bir tırdan alış-veriş yapıyor, uzun süre sonra ücretsiz Wifi bulmanın telaşıyla hesaplarımızı kontrol ediyoruz. Waal’den biraz uzaktayız. Selamımızı rüzgarla gönderip çadırımıza çekiliyoruz.




















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Meril Çiğdem Durmuş Anısına

NEDEN BİSİKLET?